Bu soruların cevabı büyük ölçüde sevgiyi nasıl tanımladığımıza ve hangi bilinç gelişimi ve manevi farkındalık seviyesinde olduğumuza bağlıdır. Bu, sevme kapasitemizi ve nelerin bize sevildiğimizi hissettirdiğini tanımlar.
Cinselliğin ve hayatta kalmanın fiziksel sürecinde sevgi duyguları veya daha da betimleyecek olursak “şehvet” ile sürüngen beynimiz sağlıklı yavrular üretebileceğimiz ve onları güvenli bir şekilde büyütebileceğimiz bir partnere çekilir. Bu tetiklenen hormonlarımızdan kaynaklanır.
Zihinsel /materyal düzeyde sevgi duyguları, değerlerimizi, ilgi alanlarımızı, tutkularımızı, yaşam tarzımızı, vizyonumuzu paylaşan insanlara karşı oluşur. Yani bizim gibi yaşayan, düşünen, hayal eden ve davranan birilerine karşı.
Bilincimiz dışında gelişen bir psikolojik düzeyde, çocukluk dönemimizdekilere benzer zorluklarla ve travmalarla karşılaşmış ve bu problemlerle farklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmiş insanlara aşık oluruz. Bilinçsiz olarak, aşık olduğumuz kişilerin, ebeveynlerimiz / bakıcılarımız tarafından sevilmediğimiz/ kabul edilmediğimiz/ ilgilenilmediğimiz bir şekilde bizi seveceklerini / kabul edeceklerini /ve bizimle ilgileneceklerini umuyoruz.
Ruhani bir seviyede, kendimizin en iyi versiyonu olmak ve hayat amacımızı yaşamak için iyileşmemizi, öğrenmemizi ve büyümemizi destekleyen ve bizi bu yolda zorlayan insanlara aşık oluruz.
Bu sevgi seviyeleri, aşmak ve dahil olmak olarak sırayla ortaya çıkar.
Genellikle bu seviyelerin her birinde sevgiyi bulmamızı ve deneyimlememizi engelleyen karşıtlar – korku ve utanç mekanizması- olur. Bu mekanizma, geri çekilmemize ve kendimizi kapatmamıza, bedenimizden ve hislerimizden kopmamıza, aşırı yemek yememize, deli gibi çalışmamıza, tembelliğe, madde kullanımına, sağlıksız eylemler geçekleştirmemize (bilgisayar oyunu oynama, ardı ardına dizi/film izleme), manevi baypasa ve daha nicesine sebep oluyor.
Maddi, profesyonel, fiziksel, cinsel, zihinsel, duygusal, tutkulu, ruhsal vb anlamlarda kendimizin en iyi versiyonu haline geldiğimizde ve daha fazla öğrenmek, iyileşmek, büyümek ve uyanmak istediğimizde, sevgiyi bulur ya da o kişiyi kendimize çekeriz.
Robert Augustus Masters şunu söyler:
“Sevgiye doğru büyüme, sadece sevilen kişiyle yakınlık konusunda olgunlaşma değildir, ayrıca varlığımızın geri kalanıyla yakınlaşmak ve bütünleşmek bir yana dursun, yönümüzü bulmanın bile çok zor olabileceği, kendimize ait bölgelere yapılan bir yolculuktur. Ancak bu geçiş bizden ne kadar çok şey talep ederse etsin, bize daha fazlasını verir: sarsılmaz aşk, derin tutku ve olgun monogamiyi örnekleyen radikal biçimde samimi karşılıklılık içinde yerleşene dek bizi dönüştürür. Ve böyle bir ilişkiye sahip olamasak bile, ona doğru yolculuk etmeye devam etmek, yaptığımız her işte bize büyük ölçüde fayda sağlayacaktır.”